Hür ve eleştirel düşünceyi özümsemiş, çok sesliliğe saygılı ve bu çok sesliliği toplumsal yükseliş ve ilerleyiş için bir fırsat kabul ederek düşüncelerin kısıtlanmaması gerekliliğini savunan, kararlarını ön yargıdan azade “fikri hür, vicdani hür, irfanı hür”bir anlayış ile veren herkese selam olsun!
Köşe yazılarına başlayacağım bu platformda öncelikle kendimden kısaca bahsetmek istiyorum. Ben Ahmet Kuşsan. 1989, Aksaray doğumluyum. Veteriner hekimim, devlet memuruyum. Mesleğimi icra etmenin yanında meslektaşlarım olan Mehmet Akif Ersoy ile Cengiz Aytmatov’u kendime örnek aldım ve edebiyata merak saldım. Müstakilen bir romanım ile birlikte müştereken biri deneme, biri inceleme-piyes, biri de araştırma olan toplamda dört adet kitabım var. Sayısı çok olmasa da şiirlerim de mevcut. Şehir tarihi araştırmacılığı yapıyor, yerel bir gazetede köşe yazısı da yazıyorum. Tüm bunların yanında ise tiyatro oyunu ve senaryo yazarlığı ile de ilgileniyor ve zaman zaman tiyatro oyunculuğu da yapıyorum.
Peki neden?
Aslında bunun cevabı bambaşka bir konuya ait ve uzun… Ancak özün özü şu ki dün, bugün ve yarından oluşan şu üç günlük ömrümüzde insanın başta kendini, sonra yaşadığı toplumu geliştirmesi için çaba sarf etmesi lazım. Düşünceleri birbirinden farklı olan materyalist bir birey de idealist bir birey de –hayata bakış açıları farklı olsa bile- bu doğrultuda aynı çatı altında buluşabilmeliler! Çünkü ulaşmaya çalıştıkları sonuç aynıdır; lakin yolları farklı!
Nasıl mı?
Materyalistin merakı somut olan kendisi iken idealistin merakı kendini oluşturan soyut güçtür. Buna rağmen her iki bireyin de çıktıkları keşif aynı keşiftir. Biri direkt kendini keşfe çıkar, diğeri soyut gücü keşfetmenin kendinden geçtiğini anlayarak yine kendini keşfe. Ama neticede ikisinin de arayışı kendindedir. Bu arayışla kişi kendini bilir, kendini geliştirir.
İlerleyen ve sürekli değişen hayat şartlarında insanlar,bireysel ve toplumsal problemlerle başa çıkabilmek için kendini geliştirmek, potansiyelini yükseltmek zorundadır. İşte bunun adı da kişisel gelişimdir. Ama bu bir süreçtir. Bu süreçte önemli olan ise varılan netice değil, neticeye ulaşmak için alınan yoldur. Ve nasıl ki bilginin ve öğrenmenin sonu yoksa kişisel gelişimin de sonu yoktur.
Peki, bu bize hayatı kolaylaştırmanın yanında esasen ne kazandırır?
Mutluluk!
Zaten gaye de bu değil midir? Mutluluk!
Yaşamımıza katacağımız her bir yeniliksınırlarımızı genişletmemize yardımcı olurkenbizi çok yönlü, entelektüel yaptığı gibidaha bilgili, daha bilinçli, daha etkili ve daha verimli bir birey de yapar. Kısacası her yeni bilgi ile mutluluğumuz kat kat artar.
Rivayete göre Sokrates idamını beklerken bir öğrencisinin elinde daha önce görmediği bir müzik aleti görür ve ondan kendisine o enstrümanın nasıl çalındığını öğretmesini ister. Öğrenci şaşkındır. Çünkü büyük bilge biraz sonra öldürülecektir. Enstrümanı öğrenmesinin ona ne faydası dokunacaktır! İdam gerçeğini hatırlatarak şaşkınlığını dile getirir, Sokrates cevap verir: “Evet bu aleti çalıp keyif alacak zamanım olmayacak ama öğrenmenin de başka bir keyfi yok mudur?”
Her şey iyi hoş da;verilen mesajlar güzel de; bu kişisel gelişimin ne alakası var sendikacılıkla?
Bağımsız sendikacılık faaliyetleri yapmayı zorunlu ve vazgeçilmez bir ilke kabul etmeyenler yani hürriyeti önemsemeyenler bunu anlayamayacaklardır muhakkak! Zira esarete alışmış biri, bilir mi hiç hürriyetin keyfini?
Ama biz bu konuyu daha da derinleştireceğiz…
Selam olsun hürriyet âşıklarına…